sondakika
Üye Ol Ara
icon_weather Berlin 29°C
icon_weather Istanbul 33°C
icon_weather London 25°C
icon_weather New York 28°C
icon_weather Tokyo 30°C
icon_weather Paris 27°C
icon_weather Dubai 38°C
icon_weather Moscow 22°C
icon_weather Sydney 19°C
icon_weather Beijing 31°C
icon_weather Rio 24°C
icon_weather Cairo 35°C
icon_weather Rome 32°C
icon_weather Madrid 30°C
icon_weather Toronto 26°C
Üye Ol Ara
icon_weather Berlin 29°C
icon_weather Istanbul 33°C
icon_weather London 25°C
icon_weather New York 28°C
×



Mehmet Akif Ersoy vakası ve linc çağı

BY Tayfun Hopali
Mehmet Akif Ersoy vakası ve linc çağı
Politika
Habertürk’ün genel yayın yönetmeni Mehmet Akif Ersoy hakkında günlerdir dönen iddialar, sadece bir ceza soruşturmasının konusu değil. Türkiye’de medya, iktidar ve linc kültürü üçgeninde yıllardır gördüğümüz o tanıdık sahneyi yeniden izliyoruz. Başroller değişiyor, senaryo neredeyse aynı kalıyor.

Benim hafızam hemen yıllar öncesine gidiyor. Bir zamanlar bu ülkenin en çok izlenen ana haber bültenini sunan usta bir isim vardı. Ekranda sert dosyalar yapar, kimsenin kolay kolay yanaşmadığı başlıklara girerdi. Bir gün ansızın, sosyal medyaya ve bazı mecralara bir otel odasından çekilmiş kaset görüntüleri servis edildi. Sonrası malum. Bir medya lincinin bütün aşamalarını, saniye saniye izledik.

O günlerde, o ismin asıl “suçu” bence özel hayatı değildi. Asıl “suçu”, elindeki haberleri birilerine esir olmadan, bir yerlerden telefon beklemeden, korkmadan sunmasıydı. O kaset, hem kişisel bir mahremiyeti yok etti hem de bir habercinin meslek hayatını bitiren siyasi ve ekonomik hesapların aparatı oldu.

Bugün Mehmet Akif Ersoy etrafında dolaşan hikayeye baktığımda, benzer bir tadın tekrar ağızlara sürüldüğünü hissediyorum. Dosyanın içinde ne var diye bakıyorsunuz; uyuşturucu kullanmak, grup seks iddiaları, devletin en üst düzey isimlerini taşıyan uçağa birinin “izinsiz” bindirilmesi ve makamını kullanarak kadınlarla birlikte olduğu iddiaları.

İddiaların her biri ağır. Ama daha en başta şunu ayırmak zorundayız.

İki yetişkin insanın kendi rızalarıyla birlikte olması, dünyanın hiçbir yerinde suç değil. Ahlak tartışması yapabilirsiniz, etik tartışması yapabilirsiniz, kamuoyu önünde yargılayabilirsiniz, bunların hepsi ayrı. Ama salt iki kişinin rızaya dayalı birlikteliği, ne ceza hukuku açısından ne de temel haklar açısından suç kategorisine yerleştirilebilir.

Suç dediğimiz şey, başka yerde başlar. Eğer birine zor kullanılmışsa, tehdit edilmişse, makam gücü baskı aracı olmuşsa, uyuşturucu verilerek irade ortadan kaldırılmışsa orada hem etik hem hukuki suç doğar. Ve bunun ispatı da sosyal medya söylentilerine, kulis fısıltılarına, “bir arkadaş anlattı” cümlelerine bırakılamaz.

Tam burada dosyanın en tartışmalı başlıklarından biri devreye giriyor. Cumhurbaşkanının da bulunduğu bir uçağa, izinsiz bir kişinin bindirildiği iddia ediliyor ve bu tablo kamuoyuna “bakın nasıl bir ayrıcalık ağı var” duygusuyla sunuluyor. Oysa sağduyuyla sorulması gereken ilk soru başka.

Bir uçağa, hele devletin en üst düzeyini taşıyan bir uçağa izinsiz bir kişi binmişse, bunun birinci dereceden sorumlusu kimdir? Uçağın güvenlik protokollerini işletenler mi, listeleri onaylayanlar mı, yoksa medyada bir koltuğu işgal eden isim mi? İdari zincir neredeyse, hukuki sorumluluk da oradadır. Buna rağmen bütün okların tek bir medya yöneticisine çevrilmesi, doğal olarak dosyanın siyasi ve kurumsal boyutunu akla getiriyor.

Ersoy, hakkındaki tüm iddiaları reddediyor. Bu reddin ne kadar inandırıcı olduğu, soruşturmanın hangi delillerle yürüdüğü, savcılığın elinde nasıl bir tablo bulunduğu henüz kamuoyunun bildiği şeyler değil. Ancak bildiğimiz bir şey var ki o da sosyal medya mahkemesinin çoktan hükmünü verdiği.

Zamanın ruhu, linc kültürünü ödüllendiriyor. Bir ismi hedefe koyuyorsunuz, yanına “uyuşturucu”, “grup seks”, “uçak”, “makam” gibi yüklü kelimeleri diziyorsunuz. Geriye detaylar kalıyor. Kimse durup da “burada gerçekten suç unsuru var mı, yoksa bir koltuğun tasfiyesi mi planlanıyor” diye sormuyor. Soran da ya “mahalle baskısı” ile susturuluyor ya da aynı linc kampanyasının parçası olmakla itham ediliyor.

İddialardan biri de, makamını kullanarak bazı kadınlarla birlikte olduğu yönünde. İşte burada benim için tartışma çizgisi daha netleşiyor. Makam gücü, özellikle medyada, son derece kırılgan bir alan. Ekran yüzü olmanın, genel yayın yönetmeni sandalyesinde oturmanın yarattığı güç asimetrisi, duygusal ve cinsel ilişkilerde suistimale son derece açık.

Bu nedenle, “rıza” kelimesini sadece imza atılmış bir ifade gibi değil, gerçek bir özgür irade ölçütü gibi okumak zorundayız. Karşınızdaki kişi, o ilişkiyi reddettiği takdirde işini, ekrandaki yerini, haber merkezindeki konumunu kaybetmekten korkuyorsa, bu rızanın ne kadar gerçek olduğu tartışmaya açılır. İşte suç tam da bu gri alanda şekillenir.

Fakat yine aynı yere dönüyoruz. Tüm bunlar birer ihtimal mi, yoksa delillerle ortaya konmuş somut olgular mı? Bu sorunun cevabını sosyal medyada değil, dosyaya bakan savcılar ve hakimler vermek zorunda. Bizim payımıza düşen ise, gazetecilik mesleğinin onurunu savunurken kör bir dayanışma değil, ilkeli bir mesafe koymak.

Mehmet Akif Ersoy dosyası, bana bir kez daha şunu gösteriyor. Bu ülkede bir gazeteci, kimi zaman söylediği bir sözle, kimi zaman yayınladığı bir haberle, kimi zaman da özel hayatına ait görüntülerle tasfiye edilebiliyor. İpler çoğu zaman elinde değil. Dosyayı kimin hazırladığı, ne zaman servis ettiği, hangi güç odaklarının hangi koltuğu boşaltmak istediği ise çoğu zaman sis perdesinin ardında kalıyor.

Bu yüzden, ortada ceza hukuku açısından gerçekten ağır suçlar varsa, en sert şekilde üzerine gidilmeli. Uyuşturucu, zor kullanma, iradeyi ortadan kaldıran ilaç verme, makam gücünü baskı aracına çevirmek, bunların hiçbirine “gazeteci dayanışması” adına göz yumulamaz. Ama ortada sadece dedikodu, sadece reyting, sadece kan değişimi hevesi, sadece siyasi ve kurumsal hesaplar varsa, o zaman orada mesleğimizin geleceği yargılanıyor demektir.

Sonuçta, Mehmet Akif Ersoy’un dosyasında gerçeğin ne olduğu mahkeme salonlarında ortaya çıkacak. Belki suçlu bulunacak, belki de tüm iddialardan aklanacak. Ama ne olursa olsun, biz gazeteciler için asıl sınav şimdi başlıyor. Masumiyet karinesini hatırlayacak mıyız, yoksa bir meslektaşımız hakkında servis edilen her iddiayı paylaşarak linc koro­sunun parçası mı olacağız?

Yıllar önce kaset skandalı ile ekranlardan silinen o haberciyi hatırlarken, bugün Ersoy için yazılan manşetlere bakıyorum. İki hikaye arasında ürkütücü bir akrabalık var. Belki de asıl soruyu kendimize sormalıyız. Biz kimin haberini yapıyoruz? Gerçeğin mi, yoksa birilerinin hesaplaşmasının mı? Bu soruya vereceğimiz cevap, sadece Mehmet Akif Ersoy’un değil, hepimizin geleceğini belirleyecek.

Benzer Haberler